Kutsal kitaplarda bulunan ve çoğu kez evrim kuramına rakip görülen yaratılış öyküsü, insanın topraktan yaratılmasını anlatır. Rakip görülmesinin sebebi, öyküde anlatılan olayın bire bir yorumlanmasından kaynaklanır. Halbuki bu öyküye de müteşabihlik gözlüğüyle bakınca, buradan birçok ders çıkarılır. Hz.Abdülbaha’nın “Diğer manaları çıkarmak için artık siz kendiniz düşünün...”[i] sözünden cesaret alarak bu öyküden anlam çıkaracağım.
Yaratılış öyküsünde Âdem’in topraktan yaratıldığı söylenir.[ii] Zaten Âdem’e Âdem denmesinin sebebi de topraktır. İbranicede “Adama” toprak demektir. Öyleyse “insanı topraktan yaratmak”, “insanı insandan yaratmak” anlamına da gelebilir; çünkü insan ile toprak birdir. Ayrıca toprak bütün elementlerin kaynağı olarak görülür. İnsanın yalnızca DNA’sını ele alalım. DNA’da karbon, azot, hidrojen, oksijen, fosfor bulunmaktadır ve bunların ana kaynağı topraktır. İnsanda bulunan, bütün moleküllerin ana kaynağı da topraktır. Bu bağlamda bakınca insan gibi bütün canlılar da topraktan yaratılmış denebilir; ama insanı hayvandan ayıran bizim burnumuza yaşam soluğunun üflenmesidir.[iii] Ruh, sözcük anlamı olarak soluk demektir, öyleyse burada geçen yaşam soluğundan kasıt da ruhtur. Peki ya hayvanların ve bitkilerin ruhuna ne demeli? Tanrı insanı yaratmadan önce, öbür canlıları yaratır.[iv] Sıra insana gelince onu kendi suretinde yaratır.[v] Öyleyse bizi hayvandan ayıran, Tanrı suretinde yaratılmamızdır.
Buraya kadar Âdem’i, insanın bedeni olarak yorumladık. Hz.Abdülbaha’nın bir yorumuna göre Âdem’den kasıt insanın ruhudur.[vi] Konuyu bu yönde değerlendirecek olursak bambaşka bir anlam bulur. Bu durumda insan ruhu ile toprak, bir tutulmuştur. Toprak her ne kadar tüm zenginliklerin kaynağı da olsa son derece alçakgönüllüdür. Tüm varlıklara yaşam verirken, tüm varlıkların ayağının altında ezilir. İnsan ruhu da özünde çok büyük bir potansiyele sahipken alçakgönüllü olmalıdır. Doğası gereği yaratmak ister; sanatı kullanır; ama toprak uygunsuz koşullarda yaşam vermemeye başlar; işlenmesi gerekir, ıslah edilmesi, sulanması gerekir. İnsan ruhu da böyledir; terbiye eksikliğinde ruh, potansiyellerini açığa çıkaramaz; dua ile beslenmezse, yaratıcılık özelliğini yitirir.
Öykünün devamında Tanrı, doğuda Aden’e bir bahçe diker ve yarattığı Âdem’i oraya koyar. Aden bahçesi, sözcük anlamı olarak “Cennet” demektir; çünkü cennet sözcüğü İbranicedeki ganeden (aden bahçesi) sözcüğünden türetilmiştir. Peki Aden ne demektir? Sümercede, bozkır, çöl, arsa anlamına gelir. Öyleyse Tanrı, boş bir yere bir cennet, güzel bir bahçe kurar. Burada Âdem için meyve veren ağaçlar verir, onun önüne maddi ve dünyevi zevkleri, nimetleri koyar, onlardan sorumlu tutar; ama kimi yasalar da getirir. Hangi nimetten yararlanabileceğini ve hangi nimetlerden uzak durması gerektiğini anlatır ona: "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin... Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün." Burada kendimizi Âdem’in yerine koymamız gerekir. Bizim de, onun gibi, önümüzdeki dünyevi zevkleri kullanmamız için sınırlar vardır. Her istediğimizi her zaman yapamayız. Evet, maddi dünya çok çekicidir; ama bu çekicilik, bize onlara sahip olma hakkını vermez. Tanrı bizim için sınırlar çizmiş, yasalar göndermiştir. Bunların dışına çıkmamamız gerekir. İşte bu koşullar altında biz cenneti, yeryüzünde yaşarız; çünkü cennet, Tanrıya yakın olmaktır; ona yakın olmak, ona itaat etmektir.
Tanrı, Âdem’den önce yarattığı bütün canlıları getirip Âdem’e sunar ve bu canlılara ad verme işini ona bırakır.[vii] Bu ifade gerçeğe ne kadar da yakındır. Bütün canlılara ad veren de zaten insan değil midir? Bilim hiç durmadan her şeye ad koymaya çalışır. Bunu bitki ve hayvanlar olarak da düşünebiliriz ki buna taksonomi denir, daha ufak birimler olarak da düşünebiliriz. Sözgelimi, enzim, DNA, gen, vitamin, atom, elektron, ışık... Tanrı dolaylı yoldan “Ben yarattım; ama sen ne dersen o, öyle anılacak.” der. Öyleyse Tanrı bize çok büyük bir sorumluluk yüklemiştir; çünkü bir şeye ad ve san vermek, onun uzun süre, belki de sonsuza dek, üzerinde taşıyacağı bir damga taşımasına sebep olmak demektir. Bu ad, iyi de olabilir kötü de. Adlar bizim sandığımızdan çok daha önemlidir; çünkü adlar, önyargıyı tetikler. Bu önyargı olumlu da olabilir, olumsuz da. Unutulmaması gereken, prestijin de bir önyargı olduğudur.
Tanrı daha sonra kadını yaratır.[viii] Dini metinlerde geçen kadın ifadesi, insanın nefsidir.[ix] Burada da insan nefsinin insan ruhuyla bir bütün olduğunu görüyoruz. İnsan ruhu ve nefsini ayıramayız; nefis, ruhun kaburgası gibidir. Öyküye göre Âdem ile karısı çıplaklardı; ama utanç nedir bilmiyorlardı.[x] Ne de olsa “ilk günah” henüz işlenmemişti. İnsan ruhu ve nefsi de Tanrının koyduğu sınırlar içinde yaşayıp maddi zevklere kapılmadıkları sürece utanç nedir bilmezler; çünkü Yaratanlarına itaat ederler ve ne yapılması gerekirse onu yapar, ne yapılmaması gerekirse onu yapmazlar. Öykünün bu bölümü ayrıca toplum tarafından utanç verici kabul edilen birçok durumun, özünde utanç kaynağı olmadığına da kanıt teşkil eder. Sözgelimi çıplaklık. Niyet temizliği, zihnin iffeti sağlanırsa çıplak olmak ayıp olmayacaktır. İnsanın çıplaklığı ayıp görmesinin sebebi Tanrının yasalarına itaat eksikliğidir. Bu yasalar yalnızca çalma, çırpma ile ilgili değil; gözün iffeti, zihnin ve niyetin temizliğini de içerir. Her ne kadar zihnin temizliğinin eksik olmasından dolayı kişi cezaya çarptırılmasa da bu kural, ilke, ne denirse densin, vardır. Çıplaklığa bir de başka yönden yaklaşalım; “bir olayı tüm çıplaklığıyla gözler önüne serme” sözündeki anlamıyla. Utanç da diyelim ki hoş olmayan duygular olsun ve biz meşveret hükmüne itaat edelim. Böyle bir durumda her şey gözler önüne serilir, açık ve cesurca konuşulur, her konu rahatlıkla ele alınır; ama meşveret hükmüne uyulursa utancın izdüşümü kötü duygular, sözgelimi öfke, kıskançlık, gücenme gibi duygular nedir bilinmez.
İnsanın topraktan yaratılması, insan bedenindeki atomlar; toprağın topraktan yaratılması, toprağın kendisindeki dönüşümler; insanın insandan yaratılması, üreme; toprağın da insandan yaratılmış olması, ölü bedenin toprağa geri dönmesi olarak yorumlanabilir. Bu olguya özdeksel yaklaşırsak doğadaki madde döngüsünü, ruhani olarak yaklaşırsak, toplumdaki dinamikleri görürüz. “İşte Tevrat'ta anlatılan Hazreti Âdem hikâyesinin ifade ettiği manalardan biri budur. Diğer manaları çıkarmak için artık siz kendiniz düşünün. Selam üzerinize olsun!”
Kerem Onat
[i] Hz.Abdülbaha, Mufavezat, Bölüm XXX
[ii] Tevrat, Yaratılış 2:7
[iii] A.g.y.
[iv] Tevrat, Yaratılış 1:20-25
[v] Tevrat, Yaratılış 1:26, 1:27
[vi] Hz.Abdülbaha, Mufavezat, Bölüm XXX
[vii] Tevrat, Yaratılış 2:19
[viii] Tevrat, Yaratılış 2:22
[ix] Hz.Abdülbaha, Mufavezat, Bölüm XXX
[x] Tevrat, Yaratılış 2:25